Canımız ciğerimiz, sokak satıcılarımız...
Benim en sempati duyduğum satıcılar (yada bazılarına alıcılar da diyebileceğimiz) sokak satıcıları. Yine satıcı olarak genelledik ama neyse. Bir şekilde en ufağından ticaret yapıyorlar ne de olsa…
Bu kişiler kendi reklamlarını kendileri yaparlar. Hem de tarihin ilk reklam yöntemleri ile. Buna yalnızca “ben geldim” alarmı da diyebiliriz aslında. Seslerini kullanarak oradan geçtiklerini haber vermek isterler. Ama bunu gerçekten isterler mi, yoksa istemezler mi henüz bilmiyoruz.
Örneğin sokağımızdan geçen bir simitçi, sanki bir şifre veriyor gibidir: Mitçııııııııııyyyyyyyyyeeeeeeeee gibi bir ses çıkararak haykırırlar. Bizim mahalledeki ise, tüm yaratıcılığıyla şunu da ekliyor mesela;
- Garper ilen çay ilen…
Açıkçası ben oradan anlıyorum simitçi olduğunu. Karper peyniri ve çayla ne iyi gider? Hıh simit ! Çok enteresan olanı ise, hepimizin çocukluğumuzdan beri bu sese aşina olduğumuzdan mıdır nedir, onun simit sattığını bilmemizdir.
Bir de en başta alıcı olarak grupladığımız bir kesim vardı. Eskiciler… Alıcıdırlar çünkü bize karşılığında pek de bir şey vermeden evimizdeki eskileri alır giderler. Hizmetleri yalnızca, bizim evimizde atmayı düşündüğümüz ve nereye koyacağımızı bilemediğimiz eski püskü eşyalarımızdan kurtarmaktır. (İyi durumda olanları için para talep edebilirsiniz tabi.) Onlar da şifreli seslenirler.
“Yeğhskıcciğğğğğğğeeeeeeee”… Evet evet, tam olarak bu sesi çıkarıyorlar. Sanırım meslekteki standart bu. Çünkü hepsi aynı eğitimden geçmiş gibi aynı sesi çıkarıyorlar. Yine konuyla ilgili en hoşuma giden çocukluğumun mahallesindeki eskiciydi. O da kendini ve bizi şu şekilde gaza getiriyordu.
– Atın! Atın! Evinizdeki hurdaları atın !
Bir de mahalle arasından geçen sebze meyveci amcamız var ki… Kendisi mikrofonu ağzına çok fazla dayadığından sadece bir mikrofon patlama sesi duyuyoruz.
- Vürşşşşkürşşttepisssttt gibisinden… O yüzden kendisi ile ilgili fazla yorum yapamıyorum. Ne dediğini anlayana kadar o çoktan geçip gitmiş oluyor. Hiçbir zaman anlamamanıza rağmen "bu ne ki?" merakından bakıyorsunuz çünkü.
Hayatın en eğlenceli yanlarından biri, hatta birkaçılar bana göre. Umarım hiçbir zaman da bu tarzlarını değiştirmezler. Her şey değişiyor ya hani …
6 Comments:
Çocukluğumun Eskişehir'inden hatırladığım satıcı çığrışları var...
- 'caaakyiiiyaaaa : Sıcak yiyen ? (Simitçi tabii !)
- Geldi gidiyo ! Bu hayat başka hayat ! [Gazeteci, Hayat dergisinin çıktığı günkü versiyonu.]
- Yiyen gol atıyo ! [Şambaba tatlısı satıcısı, stadta...]
Peki bir şey sorabilir miyim? 'İkizlere takke' sütyen satmanın edepli yolu mudur, edepsiz yolu mu?
Adamı bulabilsek, soruyu ona sorsak ne derdi ?
- Tabii ki edepli yolu abla ! Ne deseydik ?
- İkisi de değil be yenge, biz sadece dikkat çekmek istedik yani...
- Efenim, bu bir konumlandırma olayıdır. Ben Anadolu Üniversitesinde okurkene, AA1 diye biri vardı...
: )
Beni anneannem büyüttü. Her perşembe onunla pazara çıkardık. Bakkalımız, pazarcımız, manavımız, kasabımız belliydi. Bizim ne sevdiğimizi, içeri adım attığımızda ya da tezgahın önüne geldiğimizde ne istediğimizi bilirlerdi. O yüzden hala büyük marketlerden, alışveriş merkezlerinden nefret ederim.
Nerede o güzel abilerimiz!
Portakalları göğsüne koyup 90'lık diye haykıran abiler hatırlıyorum.
Sütyeni kafasına takıp bağıran, sonra sütyeni takıp tezgah üzerinde oynayan...
Hatta ilkokuldayken bizim köşede simit satan abinin arabasında Mr. Smith yazıyordu, hiç unutmadım, unutamadım.
Seviyorum ben bu abilerimi! CRM'in gücünü ispatladınız bana... Helal olsun size!
Hahahahaha. Ay Mr. Smith nefismiş. Simitleri de öyledir herhalde.
Evet, simitleri de harikaydı, fikirleri de...
:)))
Yorum Gönder
<< Home